Türkiye’nin Geleceği ve Tarihsel Misyonu
Birinci Dünya Savaşı’nın ardından dünya, emperyalist devletler tarafından işgal edilmiş, Müslüman toprakları büyük felaketlere tanıklık etmişti. Ancak Türkiye ve Afganistan gibi doğrudan sömürge olmayan ülkeler, bu durumdan kurtulmuşlardı.
Batı sömürgeciliği sadece işgal etmekle kalmamış, aynı zamanda milletleri köleleştirmişti. Bu durum, sadece sömürgecilerin refah içinde yaşamasına neden olmuş, sömürge halkları ise zulme maruz kalmışlardı.
Bir Afrikalı siyaset bilimci, “Eğer Afrika’nın zengin kaynakları olmasaydı, bugünkü Avrupa medeniyetinden bahsedemezdik” şeklinde bir tespitte bulunmuştu. Bu durum, sömürgeciliğin işleyişine dair önemli bir gerçeği ortaya koymaktadır.
Medeniyetlerin yükselişi ve düşüşü arasında bir denge olduğunu düşündüğümüzde, Batı’nın gerilemesiyle birlikte Türkiye’nin yükselişe geçtiğini görebiliriz. Bu durum, bizim kaderimizin bir parçası olan sünnetullahın bir yansımasıdır.
Türkiye’nin tarihinde çatışan iki ana akım bulunmaktadır. Birinci grup, Batı medeniyetine teslim olmayı savunurken, ikinci grup milletin milliyetçi ve İslamcı değerlerini önemser. Tunuslu Hayreddin Paşa’nın ifadesiyle, “Devlet kurumları daha çalışkan ve disiplinli olduğunda, bizim başarımızı sınırlayan hiçbir faktör yoktur” düşüncesi önemlidir.
Türkiye’nin geçmişten bugüne uzanan tarihsel misyonu, kurtuluş mücadelesinde önemli bir rol oynamış ve bugün de hala devam etmektedir. Sayın Erdoğan liderliğindeki Türkiye, demokratikleşme, kalkınma ve bağımsızlık adımlarıyla küresel bir güç haline gelmiştir. Bu durum, Türkiye’nin geleceğinin parlak olduğunu göstermektedir.
PKK’nın kendini feshetmesi ve Türk ve Kürt halklarının birlikte geleceğe yürümesi, Türkiye’nin büyük bir devrime tanıklık ettiğini göstermektedir. Bu durum, Türkiye’nin bölgedeki liderliğini pekiştirmekte ve diğer Müslüman ülkelerle dayanışmasını güçlendirmektedir. Türkiye’nin kaderi, adalet ve merhametle dolu bir geleceğe işaret etmektedir.